Osmanlı Toplumunda yerel aidiyetin sınırları

Düzenleyen : Işık Tamdoğan
{div float:left}{module Sem_isik}{/div}

“Yerel aidiyet ve bununun hukuksal olarak nasıl meşrulaştırıldığı” osmanlı çalışmalarında henüz üzerinde az durulmuş bir konudur. Kentlere aidiyetin resmi sınırlarını çizen kuralların idarî olarak neye tekabül ettiğini anlamak ya da bireylerin hangi andan itibaren ve hangi kriterlere göre bir kentin resmî sakini olarak kabul edildiğini kavramak, çoğunlukla mümkün olmamaktadır.

Osmanlı dönemi idarî makamları, sürekli olarak kentde sakin olanların hak (ikamet ve çalışma hakkı gibi) ve yükümlülüklerini (malî yükümlülükler gibi) kentde geçici olarak bulunan kimselerinkinden çok açık şartlar ile ayırmış ve belirlemiş gibi gözükmekle beraber, arşiv belgeleri ve kaynaklar üzerine yapılmış çalışmalar, osmanlı döneminde kentlerin çok hareketli bir nüfus barındırdıklarını ve genelde “sakinler” ile “geçici” olarak kentde bulunanlar arasındaki çizginin sanıldığı kadar keskin olmadığını gösternektedir.

Osmanlı kentlerinde sakin olan nüfusu kontrol etme amacıyla, idarî makamların açıkladığı resmî emirler ve nizamnameler ile kentlere göç her ne kadar sınırlanmaya çalışılsa da,  kente yeni gelenlerin çalışma ya da ikamet hakkını adlî makamlara (kadı mahkemeleri gibi) başvurarak ya da başka kurumlaşmış yapıları (mahalle, hanlar ya da evlilik gibi) kullanarak meşrulaştırdıklarını gözlemek mümkün.

Bu seminerde, yerel aidiyetin sınırları konusunu, özellikle hukuksal haklar ve bireylerin bunu meşrulaştırma çabaları açısından ele almak istiyoruz. Bu amaçla, osmanlı dönemi idarî birimlerin kentlileri hukukî olarak nasıl sınıflandırdıklarını (sakin ya da misafir olarak mesela) ve bu sınıflamanın kentlilerin kentdeki hukuksal statülerini nasıl etkilediklerini ele alan çalışmalara yer vereceğiz. Diğer yandan, bireylerin kente aidiyetlerini meşrulaştırmak için gösterdikleri çabalar ve başvurdukları yöntemleri (kefalet gibi) ele alan çalışmalar, seminerimizin bel kemiğini oluşturacaktır.