Türkiye’nin AB’ye katılım süreci sona mı erdi? AB, tarihinin en büyük kriziyle boğuşuyor. Birliğin bazı üyeleri Türkiye’nin katılımına engeller çıkarıyor. Bu koşullarda Ankara’nın üyelik hevesinin kırılmış olması yadırganmamalı. Ne yazık ki, bunun sonuçlarından biri de Türkiye’de demokratik reform sürecinin durmadıysa, hayli yavaşlamış olması. Buradan kalkarak, Türkiye’nin AB’ye katılım sürecinin sona erdiği sonucuna varılabilir mi? Sanmıyorum. Mevcut krizin para birliğinin, giderek de AB’nin dağılmasına yol açmayacağı muhakkak. Dün alınan kararlarla anlaşılan, AB’nin finansal krizden entegrasyonu ilerleterek çıkacağı. Bundan böyle AB çok-vitesli Avrupa’ya, aşamalı bütünleşmeye yönelebilir; bu da Türkiye’nin katılımına kapıyı açabilir. Krizin göbeğindeki AB’de (Almanya dâhil) on bir dışişleri bakanının, « Türkiye’nin AB’ye katılımı hem AB hem de Türkiye açısından hayati siyasi ve ekonomik öneme haizdir… » demeleri anlamsız değil. Öte yandan, ne Ankara üyelikten vazgeçebilir, ne de Türkiye halkı vazgeçilmesini istiyor. Bütün olumsuz ortama rağmen, halkın yarısı AB üyeliğinden yana. Üyelik müzakereleri durma noktasına gelmişse de Türkiye’nin AB’ye katılım süreci devam ediyor. Türkiye’yi Avrupa’ya yakınlaştırmada belki en önemli rolü toplumlar arası diyalog oynuyor. Bu bağlamda sivil toplum kuruluşlarının payı büyük. Başbakan Erdoğan’ın geçenlerde önce « Alman vakıfları »nın, sonra « bir vakfın, » sonra « vakfa bağlı bir fon »un CHP’li ve BDP’li belediyelere para aktardığına dair (medya tarafından da çarpıtılarak « PKK’ya gidiyor » şeklinde yansıtılan) sözlerinin ne anlama geldiğini yorumlamakta güçlük çekiyorum. Benim gördüğüm ve bildiğim, Türkiye’de resmî makamların denetimi altında, yasalara bağlı olarak faaliyet gösteren Alman vakıfları (Ebert, Adenauer, Böll ve Naumann) düzenledikleri konferanslar ve destekledikleri araştırmalarla Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlaşmasına takdir edilmesi gereken bir katkı sağlıyor. Düzenlediği konferanslar, desteklediği araştırmalar, sağladığı burslar ve Türkiye tarihi ve toplumu üzerine yaptığı yayınlarla Türkiye-Avrupa yakınlaşmasına katkıda bulunan bir araştırma kuruluşu da, çalışmalarını yakından izlediğim, İstanbul merkezli İsveç Araştırmalar Enstitüsü. (Ayrıntılı bilgi için bkz: www.srii.org ) 1962 yılında kurulan Enstitü, geçenlerde İsveç’in yurtdışındaki en eski diplomatik temsilciliğinin bulunduğu Tünel’deki merkez binasını baştan aşağı yenilediği gibi, 20 kadar araştırmacının rahatlıkla kalıp çalışabileceği modern bir binayı da hizmete açtı. Yakın zamana kadar enstitünün direktörlüğünü yapan, Türkiye siyaset sosyolojisi alanındaki değerli çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Elisabeth Özdalga ODTÜ’deki görevine döndü. Türkiye – Avrupa diyaloğuna ciddi katkı yapan kuruluşlardan başka biri olan, 1929’dan beri faal Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü (IFEA) geçenlerde Fransa’nın Türkçe konuşan Büyükelçisi Laurent Bili’nin de katılımıyla yeni yayınlarını tanıttı. Enstitü, Türkiye ve Fransa’dan akademisyenleri bir araya getiren yoğun bir seminer ve konferanslar dizisi sürdürüyor. Fransızca kaleme alınmış Türkiye üzerine özgün araştırmaları Türkçe olarak yayınlıyor. Araştırmacılara kısa süreli burslarla ve 30 bin kitaplık kütüphanesiyle hizmet veriyor. (Ayrıntılı bilgi için bkz: www.ifea-istanbul.net ) Diyebilirim ki, İstanbul’da bilimsel ve kültürel çalışmalar yürüten Avrupa kaynaklı kuruluşlar arasında şimdilerde en faal olanı IFEA. Bunda üç yıldır IFEA’nın direktörlüğünü yürüten, hem Türkiye hem Fransa yurttaşı olan Prof. Dr. Nora Şeni’nin katkısı çok büyük. Tarih, kent tarihi ve antropolojisi üzerine araştırmalarıyla tanınan Profesör Şeni’nin başlıca yayınları Kamondolar, Seni Unutursam İstanbul, Oryantalizm ve Hayırseverliğin İttifakı başlıklı kitapları. Bu yazı ile Türkiye’nin Avrupa’ya yakınlaşmasına önemli katkıda bulunan Avrupa merkezli kuruluşlara hak ettikleri takdiri teslim edebildiysem, ne mutlu. s.alpay@zaman.com.tr 10 Aralık 2011, Cumartesi